Birbirimizle sessiz sakin geçinemememizin doğal sonuçlarından bir diğeri ise benim konuşma yeteneğimi kaybetmemdir. Gerçi her türlü koşulda muhtemelen iyi bir konuşmacı olamayacaktım zaten ama hiç değilse doğru düzgün bir şekilde akıcı bir dil hâkimiyeti edinebilirdim. Ne var ki sen çok erken yaşlardan itibaren konuşmamı yasakladın: Bir elini havaya kaldırarak beni “Tek bir itiraz istemiyorum!” diyerek tehdit edişin, hatırladığım en küçük yaşlardan beri yakamı bırakmıyor. Beni neredeyse hiç dövmediğin de doğrudur. Ancak bağırış tarzın ve yüzünün kıpkırmızı oluşu, pantolon askılarını alelacele çözerek sandalyenin arkasına asışın bunlar benim için dayak yemek kadar kötüydü. Asılmak üzere olan bir adamı düşün mesela. Onu asarsın ve her şey biter. Ama onu, asılması için yapılan bütün hazırlıklara şahit olmaya zorlarsan ve tam darağacının önüne getirildiğinde infazının ertelendiğini söylersen adamın hayatının geri kalanını ona zehir etmiş olursun. Bazen önünde dünya haritasının serili olduğunu ve senin de üzerine çaprazlama uzanmış olduğunu hayal ediyorum. Ve sonrasında sadece senin bedeninin kaplamadığı ya da uzanamadığın alanlarda yaşamımı sürdürebilecekmişim gibi geliyor. Benim gözümdeki iri cüsseni hesaba katınca da bana yalnızca ufak tefek, pek de hoş olmayan yerler kalıyor.