"Ben ölü sülünü tutan çakıra (atmayaca) bakarken, onun vahşi gözleri de benimkilere kenetleniyor. Büyülenmiş gibiyim. Ne hissetmeyi beklediğimi bilemiyorum. Kana susamışlık? Vahşet? Hayır. Öyle bir şey yok. Her yerimde içine daldığım böğürtlenlerden kalma diken çizikleri, kalbimde adını koyamadığım bir sızı var. Havada parıltılı bir sis. Kuru. Pudra gibi. Çakıra, sülüne, çakıra bakıyorum. Ve her şey değişiyor. Çakır artık şiddet ve ölümü temsil eden bir şey değil. Bir çocuk olmuş. Bu beni derinden sarsıyor. Yalnızca bir çocuk. Kim olduğunu, ne için yaratıldığını yeni öğrenmiş bir çakır yavrusu. Eğiliyorum ve bilinçsizce, çocuğunun akşam yemeğini yemesine yardım eden bir anne gibi, ben de çakırla birlikte sülünün tüylerini yolmaya başlıyorum. Çakır için. Yemeye başladığında da topuklarımın üstüne oturup izliyorum, yemesini izliyorum. Tüyler havalanıyor, çalılardan aşağı uçuşup örümcek ağlarıyla dikenli dallara takılıyor. Mabel’ın parmaklarında parlayan kanlar pıhtılaşarak kuruyor. Zaman geçiyor. Kutsayan bir güneş ışığı. Deve dikenlerini savuran bir rüzgâr gelip geçiyor. Sessizce ağlamaya başlıyorum. Yanaklarımdan aşağı yaşlar süzülüyor. Sülün için, çakır için, babam ve onca sabrı için, bir çitin yanında durup kuşların gelmesini bekleyen o küçük kız için." HELEN MACDONALD