2009 yılında, Ata Yurdumuz Kırgızistan’a tamamen maddî nedenlerle başlayan gurbet yolculuğum, öngörülmedik biçimde ilginç bir hâle büründü; o kadar renklendi ve güzelleşti ki toplamda tam 10 yıl sürdü. Uzun yıllar Sovyetler Birliği tahakkümünde kalmış bu coğrafyadaki soydaşlarımızın bizlere gösterdikleri yakın alaka nedeniyle, Kırgızistan, bizler için ikinci bir yurt oldu. Ata Yurdumuz Kırgızistan’ın mümbit toprakları ve henüz Kapitalizm’den nasibini almamış, samimî insanları bende adeta bir “sevda”ya dönüştü. Resmî görevimiz haricinde, birtakım STK çalışmalarımız ile gurbet hayatımızı bereketlendirmeye çalıştık. Zaman adeta bir su misali akıp gitti. Onuncu yılın sonunda memleketimize döndüğümüzde, eş dost meclislerinde, yurt dışı tecrübelerimizi paylaştık. Bu paylaşımlarda, yazmış olsak her biri birer piyes olabilecek anılarımız, çevremizde büyük bir ilgiyle karşılandı. Hâlen mesai arkadaşlığı yürüttüğümüz, eğitimci kimliğinin yanında şair ve yazar kimlikleri ile de ön plana çıkan hatırlı dostlarım Ali Bal, Mustafa Uçurum ve Orhan Gazi Gökçe’nin teşvikleri ile hatıralarımı –hiçbir ticarî kaygı olmaksızın- yazmaya karar verdim. Boyumdan büyük bir işe kalkıştığımın farkındayım lakin bu, bir vefa borcuydu ve mutlaka ödenmeliydi.