H. Zeynep Altan, aşkla örülü bilimsel bir serüven dediği Aşkın İki Yüzü’nde aşkı cinsellik, tutku, arzu, zevk gibi alışık olduğumuz kavramların ötesinde bir yolculuğa çıkarıyor. Sinema perdesinden Freud’un düş kokan divanına kadar uzanıyor. Altan, iletişimlerimizin aklın başarısı takıntısı altında baskılandığı; duygularımıza, önsezilerimize ve yaratıcı gücümüze güvenmenin risk sayıldığı bir gündelik yaşam kültüründen söz ediyor. Fazlasıyla toplusallaştığımızı, iktidar bağımlılığı içinde kıvrandığımızı, kisenin kimseye güvenmediği toplu bir yalnızlık deneyimi içinde yalnızca belirli imajlara sğınıdığımızı anlatıyor. Ona göre insanla insanını arasına şeffaf duvarlar ören imajlar sığ bir görme biçimine hapsediyor bizleri ve bu gözlerle nereye bakarsak bakalım orada aşk yok! Kurgu yaşamlar içindeki aşklarla özdeşleşiyoruz.: Tenimize geçmeyen hazlar ve acılar yaşıyoruz. Erkek ve kadın birbirinden bu kadar uzaklaşmış mıydı hiç? diye soruyor ve yanıtlıyor: