AŞK-I KABRİSTAN Onunla birlikte sanki her şey antika kesilmişti bana. Bir eski zaman gibi esiyordu rüzgâr. Eşyalar, yollar, kaldırımlar, mezar taşları antika. Bir kaç yüzyıl ardına konmuştu âdeta zaman. Yaşanası bir zamana… Sanki süslü faytonlar geziniyordu sokaklarda. Sokaklarda şerbetler dağıtılıyordu. Gül kokuyordu ortalık. Sanki arabaların arkasında, kısa etek çağrıştıran, şehvet çağrıştıran “Liselim” değil de, asaletli bir “Medreselim” yazıyordu. Kapılarda çift tokmak mı vardı? Erkek misafir gelirse kalın tokmağa vuracak ve evin erkeği açacak kapıyı, ince tokmak vurulursa bilinir ki gelen misafir kadındır ve kapıyı evin hanımı açacaktı? Onun hallerinde kapılar namahrem bir zamana vuruyor, kapılar bir eski zamana tıklıyordu. Yoksa ben, Cumbalı, kafesli, payandalı ahşap bir evde mi oturuyordum? Kapımın üzerinde geniş bir saçak mı vardı, yoldan geçenleri yazın güneşten, kışın yağmurdan koruyacak? Saçağın altında duran misafirlere yazın soğuk ayranım, kışın sıcak çayım mı vardı? Güzel temenniler, hoş sözler mi vardı ağızlarda? İki kelimenin biri küfür olmaktan firar mı etmişti? Güven mi veriyordu en ıssız en kuytu yerler bile? Kapılar sadece bir mandalla mı tutturulmuştu? Mal, ırz, namus o kadar güvende miydi? Bir kandilin ışığında sohbet ederken mi dinleniyordu insanlar? Boyunlarına Mushafları asmışlarda Kur´an öğrenmeye mi koşuyordu çocuklar? Feraceli kadınlar mı dolaşıyordu sokaklarda? Kadınlara bir kere olsun bakmaya hayâmı ediyordu erkekler? Her şeyden bir sadelik mi akıyordu? Sadaka taşları dolmuş taşmış da akçeler yerlere mi düşüyordu? Zekât verilecek insan bulunmuyor muydu? Kıraathanelerde kitaplar mı okunuyordu? Mescitler genç, yaşlı dolup dolup boşalıyor muydu? Her mekân ismine lâyık mı yaşıyordu? Huzurevleri henüz açılmamış, yaşlıların yeri çocuklarının torunlarının yanımıydı? Leyleklere kadar vakıflar, han kâhlar, kervansaraylar mı kurulmuştu? Sürre alaylarımı düzenleniyordu hicaza? Bir eski âlem esiyordu onun namahrem bakışlarından.