Kırklı yıllardaydık. Aylardır kapalı olan aşağı bahçe burnumuzda tütüyor, bir açılsa deyip duruyorduk. Bir gün, alışılmadık ve zamansız bir siren sesiyle sınıflardan dışarı çıkarıldık. Tüm Okul'un, aşağı bahçe'de ivedi toplanması isteniyordu. Ne olduğunu anlayamamıştık. Heyecan ve merakla bahçeye indik. Beş dakika içinde, sınıflar düzgün biçimde yerlerini aldılar. Biraz sonra, Okul Komutanı geldi, yüksekçe bir tümseğin üstüne çıkarak, Arkadaşlar diye heyecanlı bir sesle söze başladı, Almanya teslim olmuş, İkinci Dünya Savaşı bitmiştir. Hitler'in ne olduğu bilinmemektedir. Aşağı Bahçe serbesttir. Dağılın!... Okul yönetimi, yerinde bir kararla, İkinci Dünya Savaşı'nın bittiğini, bize aşağı bahçe'de müjdelemeyi uygun görmüş ve armağan olarak da kapılarını açmıştı. Hemen keplerimizi havaya fırlatarak çığlıklar atmaya, çılgınlar gibi sevinçle bağırıp çağırmaya, hoplayıp zıplamaya, birbirimize sarılıp dansetmeğe başladık. Öyle ya, milyonlarca insanın yok yere yaşamını yitirdiği kanlı savaş son bulmuş ve de; biz görmeyeli duvar diplerinde allı morlu çiçekler bitmiş olan Aşağı Bahçe, bilinmeyen bir tarihe dek açılmıştı. Hak değil miydik? Kendini Gecikmiş bir yazar olarak tanımlayan Cevat Akgönül, yarım yüzyıl önceki askerlik anılarını, yaşam öyküsünden kesitler içinde sunuyor. Ne var ki, Saf Mehmetçik öykülerinden bir derleme değil bu anılar. Güldürüyor, düşündürüyor, zaman zaman üzüyor insanı. Kimi toplumsal sorunlarımızı ironik bir yaklaşımla irdelerken özelleştiriden çekinmediği gibi, kendisini de bol bol alaya alıyor.