1920’lerin sonlarından başlayarak Ankara Türkiye mimarlığı için öncü nokta olacaktır. Kenti modern Türkiye’nin vitrini yapmaya koyulan Erken Cumhuriyet yönetimi bunu kapsamlı bir çerçeve içinde gerçekleştirmeyi öngörür. Aynı yıllarda çok sayıda Avrupa kökenli mimar Türkiye’de yapı gerçekleştirme olanağı bulacaktır. Sözkonusu mimarların neredeyse tümü öncelikle Ankara için tasarlamışlardır. Dönemin en önemli Türk mimarları da burada ürün verirler. O yılların simgesel önem atfedilen gar, okul, sergievi, paraşüt kulesi, stadyum türünden göstergelerinin de yine Türkiye’deki en başarılı örnekleri burada yapılacaktır. Türkiye’nin bu ilginç Modernist dönemi 1930’ların sonlarında yeni bir gelenekselci-tarihselci değişim rüzgarıyla karşılaşır. Ankara bu yönelimin Türkiye’deki neredeyse tüm önemli örneklerini barındırır. Başta Anıtkabir böyledir. Saracoğlu Mahallesi, A.Ü. Fen Fakültesi, Opera dönemin diğer kaydadeğer ürünleridir. 1950’ler Türkiye’nin politik tercihleriyle birlikte mimari yönelimini de başka mecralara sokar. Merkezi yönetim, sonraki elli yıl boyunca giderek azaltacağı mimari rolünü küçültür. Artık Türkiye’nin en büyük ve ilginç yapıları devlet tarafından yaptırılmamaktadır. 1980’ler kamunun yapı üretim alanından iyice çekilmesini getirir. Devlet az ve ucuz yapı yaptırmakta, yarışma hiç açmamaktadır. Ankara mimarlık sahnesinin ekonomik bir bunalım yaşamaya başlamasıdır bu. Ancak, 2000’ler kimi erken göstergelerine bakılırsa, Ankara’nın da piyasa ekonomisi gerçeklerine alıştığını düşündürmektedir. Bu kentte de mimari hedefini artık kamuya ucuz hizmet vermekle sınırlı görmeyen gerçek bir serbest mimari üretim sektörü doğmuştur. Ankara, sivil bir mimarlık üretmeye koyulmuştur belki de.