Yapıtlarında psikolojiyi odak noktası olarak belirleyen Stefan Zweig, özellikle toplum dışında yaşayan insanların hikâyesini anlatmaya değer bulur. İlk kez yayımlandığı 1922’den beri büyük ilgiyle okunan Amok Koşucusu’nda, Avrupa’ya doğru yapılan tekdüze bir yolculuk, gemideki doktorun duyduğu yardım çığlığını reddetmesiyle başlayan vicdani bir yargılama sürecine dönüşür. Ait olduğu yerden uzaklara sürülmüş doktor, tropik topraklarda karşılaştığı Avrupalı kadına saplantılı bir aşk besler. Kadına karşı duyduğu takıntı, doktoru tıpkı Amok koşucusu gibi hedefi belirsiz koşuya sürüklemektedir.