Altındağ’ı işlemek, bir coşku, bir ürkü, bir korku, bir heyecan, bir devinim ki!.. Arsız bir sevda oldu. İşledikçe nakışın zorluğunu kavrıyorum. Sordukça, araştırdıkça öğrenme susuzluğum kaleme, kâğıda, bakışa, yürüyüşe, düşünceye yansıyor. Bu yorgunluğun, bu devinimin dinginliğini, yine bu çalışmanın güzelliğinde, deyiminde, türküsünde, yıkayıp astığı renk renk çamaşırının seyrinde buluyorum. Altındağ için, “Altı dağ, üstü gök” diyor bir küçük kentsoylu aydın. Bazılarına da Altındağ, “gecekonduyu ve lümpenliği” çağrıştırıyor. Ben de yeni insan tipiyle gecekonduların çekirdeğini anlıyorum. Sevdaya uzaktan bakan kadınları, yanlışları bol kabadayılara öykünen çocukları, şişeye teslim olan kumarcıları, gençleri, küçük saksılarda bahçe özlemini gideren, buna karşın bir-iki odalı evlerinde yaşam coşkularıyla çocuk sayılarına çocuk katan, sevdayla sevinci ve acıyı paylaşan insanlarımı anlıyorum.