Onüçlerin Romanı üçlemesinin son halkası. Balzac, bir “zevkusefa atölyesi” diye nitelendirdiği Paris’e dair, adıyla özdeş müstesna bir edebiyat türü haline getirdiği o désillusion’lar, sönmüş hayaller tufanına yaraşır, baş döndürücü bir tasvirler furyasıyla açıyor novellasını. Bir zanaatkâr titizliğiyle işlediği dili, eseri adadığı ressam Delacroix’nın tablolarını andıran koygun bir renk ve kontrast zenginliği içeriyor. Balzac, 1834’te, görece kısa, tok anlatılar kaleme aldığı bir evrede yazdığı Altın Gözlü Kız’da, arşınlanmadık düzlem, karışlanmadık toprak bırakmayan bitimsiz açıklamalara karşın izah edilemez kalanı; sezginin ağır bastığı rasgele seçimler, esprisiz ve “beyinsiz” tutkular üzerinden insanın gizemli, mistik yanını yoklarken, aynı zamanda topyekûn bir şehrin, “çehre değil maske” dediği o oyunbozan yüzünün tülünü aralıyor. Altın rengi gözleriyle romana adını veren unutulmaz Paquita Valdès, onu gözüne kestiren Henri de Marsay adında genç Adonis’i burgacına çeken, azgın bir şehvet, yer değiştiren cinsel kimlikler, cinayet ve gizli açık ensestle örülü bir duygu sarmalı yaratıyor.