Cennet… “Bir cennet var ve inananlar için ebedi hayat orada!” Alamut’ta onca zorluklara rağmen koruduğu durmadan genişlettiği, her geçen gün yeni nebatat eklediği… Dillere destan bahçesi… Cennete olan özleminin ifadesi… Yalnızca bir tasvir! “Ya kan! Ya onca ölüm! Fedailerin düzenlediği suikastlar… Cinayetler… Alınan canlar…” Bilinmezler karanlıkta kaldıkça gizemli kalın giysilerle birlikte öyküleri sarar. Ardından masalsı, destansı ögeler yüklenince anlamı güçlenir. Daha da olmazların içinde daha da saklanarak aslı nedir unutulur. Eğer geride maddi bir şeyler kaldıysa, tutunulası bilgilerin gereği kaçınılmazdır. Bilinmezleri çok, bilineni az olduğunda, kim ne söylerse eğer, aksi kanıtlanmadıkça anlatılan doğru bellenir. Doğrudan şüphe etmenin nedeni budur çoğu kez. Doğru bilinen, doğru değilse… “Gerçeği aramaktan başka yapılacak yok!” İnançların tartışılmasında yenik ya da galip olmadığının farkındaydı iki taraf da. Her şey “İnandım!” kararı ile tanımlanmıştı. Burada karşılıklı söz atışı ile yapılacak deneme bir nevi tanıma ve anlama uygulamasıydı. Bâtıni iddialarını Sünni âlimlerin kabul etmesi mümkün değildi. Hasan Sabbah’ın da inandıklarından vazgeçmesi… Bazı konular yüz yıllardır tartışılmış, yazılmış, tenkit edilmiş ya da iddia edilmiş, kavga, savaş nedeni olmuş ancak bir ortak noktada buluşulamamıştı.