Dünyada eğitimin yaygınlaşması son yüzyılın olayıdır. Bu bağlamda XX. yüzyıl “eğitim çağı” olarak nitelendirilmektedir. Eğitimin yaygınlaşması ülkelerin gelişmişlik durumuna göre farklı düzeylerde seyretmiş, ilköğretim ve ortaöğretim XX. yüzyılın ortalarına kadar gelişmiş ülkelerde yaygınlaşmış, dünya genelinde ise II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaygınlaşmaya başlamıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) ile UNESCO, OECD ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar bu yaygınlaşmada itici güç oluşturmuşlardır. Bu nicel büyüme, eğitim hakkı ve eşitlik açısından önemli olmakla birlikte nitelik konusu tartışılır hale gelmiştir. Eğitimin niteliğine odaklanmada Herkes İçin Eğitim Hareketi (1990) önemli bir kilometre taşı olmuştur. Bu hareket çerçevesinde, temel eğitimin odak noktası olarak “insanların kendilerine sağlanan eğitim olanaklarından elde ettikleri gerçek öğrenme başarılarına” vurgu yapılmıştır. Daha sonra 2000 ve 2015 Dünya Eğitim Forumlarında da nitelik konusu daha somut ve ölçülebilir hedeflerle ön plana çıkarılmıştır. Bu gelişmelerle eşzamanlı olarak, uluslararası geniş ölçekli araştırma programları da (TIMSS 1995; PISA, 2000 ve PIRLS, 2001) giderek yaygınlaşmaya başlamış ve dünya genelinde öğrenme başarıları üzerinde yeni bir eğitim gündemi oluşmuştur. Araştırmalar, okul müdürü ile öğrencilerin akademik başarısı arasındaki ilişkiyi iki modelle açıklamaya çalışmaktadır. Bunlardan ilki; müdürün öğrencilerle doğrudan çalışarak, hedef belirleyerek, gelişimlerini bire bir izleyerek onların akademik başarısını arttırabileceğini savunmaktadır. İkincisi ise okul müdürünün öğretmenler, veliler ya da okulda yapacağı düzenlemeler aracılığıyla akademik başarıya dolaylı biçimde etki edebileceğini göstermektedir. Bu çerçevede, öğretimsel ve dönüşümcü liderlik yaklaşımları çerçevesinde yürütülen tartışmalar önem kazanmaktadır. Gerek uluslararası değerlendirme programları (PISA, TIMSS gibi) gerekse ortaöğretime ve yükseköğretime geçişle ilgili ulusal ölçekli sınav sonuçları, eğitim kamuoyunda geniş tartışmalara yol açmaya, okul yöneticileri için büyük bir baskı ve gerilim kaynağı olmaya başlamıştır. Bu sıkıntılara şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılımcılık gibi stratejik yönetim kavramları eklendiğinde durum daha da güçleşmektedir. İşte bu çalışma, akademik başarı kıskacındaki okul yöneticilerinin bu baskı karşısında nasıl bir strateji geliştirebilecekleri ya da öğrenme-öğretme sürecine nasıl müdahaleler yapabilecekleri doğrultusundaki yolculuklarında onlara destek olmayı amaçlamaktadır.