XX. yüzyılın başında Bergson’un yaratıcı atılım (élan vital) kavramı, umudunu yitirmiş Avrupa entelektüelinin ruhuna yepyeni bir soluk üflemişti. Artık, düşünce ve sanat çevrelerinin sohbetlerinde sözler “hayat hamlesi” kavramı ile başlıyor ve onunla bitiyordu. Geniş bir sahada Bergsoncu felsefenin yorumları ve açıklamaları hâkimdi. Çoğu kimse felsefede yeni bir gün doğduğu, başka birçok etkinliğin de böylece aydınlığa kavuştuğu inancındaydı. William James, Bergson’un yapıtlarının tutkulu bir okuyucusuydu. Marcel Proust’tan Bernard Shaw’a birçok edebî yapıtta, George Sorel’in siyasal görüşlerinde, Claude Monet’nin izlenimci resimlerinde, Claude Debussy’nin müziğinde ve tinsel değerlere dayanak arayan din adamlarında Bergson’un derin etkisi görülmüştür. Öyle ki, Cumhuriyet’in ilk yıllarında var olma hamlesi içerisindeki Türk düşünce yaşamının Bergsonculuğa yönelmesi bu yüzden manidardır. Bergson felsefesinde yeşeren şey madde, cansız varlık değildir; gerçeklik süredir ve bunu yalnızca sezgi kavrayabilir. Zaman bir birikimdir. Gelecek hiçbir ânında geçmişin aynısı olamaz, zira her adımda yeni bir tecrübe açığa serilir. Bergson, bilinçli bir varlık için var olmanın değişmek olduğunu kabul eder, zira değişmek olgunlaşmak demektir; olgunlaşmak ise, sonsuzca kendi kendini yaratmak demektir. Bu, yalnızca bilinçli insan varlığı için değil, fakat bütün gerçeklik için böyledir. Bergson gelişmeyi, ancak süre olarak anladığımız takdirde her şeyi berraklığa kavuşturabileceğimizi söyler. Bergson’un Ahlâkın ve Dinin İki Kaynağı’nda temel yaklaşımı durağan ile devingen arasında kurduğu temel karşıtlıktır. Bu karşıtlıklardan birinin kökleri zihindedir ve bilime, onun durağan, mekanik ülkülerine ulaşır, diğeri sezgiye dayalıdır, varlığını felsefecilerin, sanatçıların ve büyük mistiklerin yaratıcı atılımında (élan vital) bulur.