Betimleme ve atmosfer ustası Mehmet Sürücü’nün muhteşem öykü kitabı Ah Kamilâ, okurlarla buluşuyor. Sürücü, yazı masasından değil sahici bir dünyadan sesleniyor okura. Yalnız o dünya, yazarın kaleminin ucunda, suya değen söğüt dalları gibi incecik eğiliyor, rüzgârda sallanan örümcek ağı gibi dalgalanıyor, uykulu bir köpek gibi esniyor, rüzgârla denize sürüklenen soğan kabuklarının rengine bürünüp sürrealist bir dünyada yol alıyor. Sıradan imgeler büyülü bir dünyada, bir ressamın fırçasından çıkmışçasına bambaşka ve olağanüstü bir niteliğe bürünüyor. O zaman onun gibi görmek istiyor okur ya da onun gözüyle bakmayı deniyor bu kez imgelere. Soğan kabuğu rengine bürünmüş paskalya yumurtaları gibi, en sıradan şeyleri mor renge batıran bir yazar Sürücü; adeta mor ustası. Onun dilinde peygamberdevesi, bu nedenle Kamilâ oluyor belki de. Mehmet Sürücü acelesiz. Meselesi ömür değil çünkü, bugün ya da kalabalıklar da değil. Islıktan uğultuya, uğultudan inlemeye, inlemeden çığlığa dönen sesleri dinliyor, deniz suyuyla çalkalıyor bulduğu her şeyi, tuzdan nemden geriye kalanlarla türlü renkte, şekilde, büyüklükte, aslını bir tek kendisinin bildiği yapılar kuruyor önümüze. “Kumun üzerindeki, tuzdan ve nemden, tahtaları çürümüş, çıplak borda kıvrımlarıyla, sadece kaburgaları kalmış, tuhaf bir balık iskeletini andıran sandalın kenarına sırtı pas renkli bir ispinoz kondu. Önünden yuvarlanarak geçen soğan kabuğundan ürktü. Rumlardan kalma, eski evlere doğru havalandı. Taş duvarı sıyırarak geçerken, rüzgârından duvarın oyuğundaki örümcek ağı dalgalandı. Kıyıdaki dalgaları, uzaklara bakan aylak martıyı, pantolonlarının paçaları kasıklarına kadar ıslak birkaç çocuğu, sıcak kumlara uzanmış uykulu bir köpeği, balkondaki yaprakları solmuş fesleğeni, rüzgârda uçuşan tül perdeleri, doğum sancılarıyla terden sırılsıklam sarı saçları, acıdan eğrilmiş yüzüne yapışan kadının çığlığını, yere düşüp kırılan bardağın sesini ardında bırakıp uçtu gitti.”