“Denklerimizi kamyon kasasına yükledik, yaşlılar şoförün yanına, biz de eşyaların olduğu kasaya bindik ve Dersim’e doğru yola çıktık. Epey bir yol gittikten sonra, dokuz yıl önce insanların çığlık çığlığa bağırıp geçmemek için direndiği, benim onları ikna edişim üzerine karşıya geçmeyi kabul ettikleri asma köprüye vardık. O asma köprünün yerine beton, sallanmayan bir köprü yapmışlardı ama yaşadıklarımı, o günü bütün ayrıntılarıyla hatırladım oradan bu kez kamyonla geçerken. Köprünün adı, ‘Singeç Köprüsü’ olmuş. (...) Geçtiğimiz her yere sanki ilk kez görüyor gibi bakıyordum. Birkaç saatlik yolculuğun sonunda, dokuz yıl önce temmuz ayı sonlarında ayrıldığım topraklara yine bir temmuz ayının sonlarında varmıştım. Artık baba ocağındaydım. Dilekçe vererek satışını durdurduğum babama ait Peyik Köyü’ndeydik.”