Ercan Yılmaz, Ada Defteri’ne adadaki günlerinin izlerini yazıyor. Ada’da günler Yılmaz için izlerin izini yazmakla geçiyor. Çünkü o, bir şehri tanımanın onu cadde cadde, sokak sokak gezmekle değil, ancak onu yazmakla mümkün olacağını düşünüyor. Peki, bir şehri tanımak için onu nasıl yazmalı? Düzyazı, şehir gibi öngörülemeyen dinamik bir ortam için fazla kuralcı, şiir ise rasyonel işaretlerle karşılıklı anlamanın sürdüğü bir ortam için fazlaca kuraldışı. Böylece Ercan Yılmaz, düzyazıdan ziyade şiire yakın, şiirden ziyade düzyazıya yakın tutuyor Ada Defteri’ni. O her ne kadar adada defteri ‘tutmaya’ çalışsa da; şehir ve dil fragman fragman dağılıyor. Şehir dağılırken dil toplanıyor, dil dağılırken şehir toplanıyor. Dilin depremi bu! Evet, ama, dilin depremi Ercan Yılmaz’a yarıyor. Adapazarı bir gün yerle bir olsa bu kitaba bakılarak yazılamaz belki, ama bu deftere bakılarak Ada’da yaşanabilir.